Buradasınız
Parkta Efe ile oturuyoruz o çay almaya gitti içeriye, ses telleri olmayan yaşlı bir amca yaklaştı yanıma, ceviz satıyordu...Bir kutu ceviz aldım ondan, gözüme baktı gözlerine baktım, gözünün içindeki ışık parladı eliyle “Bekle!” diye işaret yaptı. Mavi heybe gibi çantasından önce kalem defter çıktı ben yazarak bana bir şey anlatacak sandım sonra fotokopisi çekilmiş bir şiir çıkarıp verdi... Adı “TÜRKİYE” Şiiri okudum kalbim titredi ve ardından bir rüya gördüm … Sesi çıkmayan ülkemin, Anadolu’nun sesi düşümde kalbime doldu…
Bu yazıyı yazabilmek için rüyamda gördüğüm Nazilli Basma Fabrikası’nın ve Kırşehir Şeker Fabrikası’nın kuruluş yıllarına gelişimlerine baktım internetten… Baktıkça bırakılan mirasın ve Atatürk’ün vizyonunun büyüklüğünü, bizlere bırakmak istediği mirasın ve bağın kıymetini anladım
Fabrikaları topraktan gelen bereketi işleyen kendine yetebilen bireyleşen, ailesini ve ülke ekonomisini toprakla bağını kaybetmeden ve dışarıya muhtaç olmadan geliştirebilen bir ulus yaratmaya çalıştığını bir kere daha anladım.. Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası sembolik bir altın anahtarla açılmış aslında o; çalışıp kazanmamız gereken geleceğin de, bu topraklara duyduğumuz şükranı çalışarak ödeyeceğimizin de sembolü olarak kullanılmış bana göre …
Rüyamda bir trene bindim, trene güneşten bir hüzme düştü bildim ki o Ata’nın ışığı… Trenle yol alıyoruz fabrikanın içinde kullanılmamaktan pas tutmuş çocuk parkındaki salıncaklara vuruyor ışık sonra paslanmış ve kullanılmamaktan demirleri çürümüş ipliklerin takılı olduğu bobin makinalarına, yarısı yıkılmış yarısında ot bitmiş fabrika binalarına… Sonra tarladaki pamuklara…
Internetten bakınca öğrendim ki ;gerçekten böyle bir tren varmış, fabrikadaki işçileri Denizli’ye taşıyan ismi de çıkardığı sesten dolayı "gıdı gıdı" imiş…Aslında toprağın yaşamını fabrikaya, fabrikayı kente, okula, ticarete, eve ve sanata taşıyan bir tren o… Hayatı nasıl birbirine bağlayan bir ışığın vurduğunu anlıyorum yurduma … Trende giderken bir çay kaşığının ince belli bir bardağa çarparak çıkardığı sesi duyuyorum... Şekeri eritmeye çalışan bir bardağın içinde kaşık … Güneşin hüzmesi düşüyor bardağa…tavşan kanı çayın içinde bir küp kesme şeker, “ Doğru ya!” diyorum kendi kendime “şeker fabrikalarını da satıyorlar”… Geçen gün Karşıyaka Çarşı'da şeker fabrikaları satılmasın diye attığım imzayı hatırlıyorum umutsuzca… Güneşin ışığı çekiliyor gün dağların arasına gitmek üzere… Bu toprakların bize bahşettiği bereketi görüyorum, bizi kollayan bakan Anadolu’nun o sessiz ve sevgi dolu şefkatini ve kopmakta olan bağı haber veren çığlığını duyuyorum içimde! …Tren katar katar yol alıyor bir yaşamın içinde…Unutma gün ışığını !...unutma toprağın sesini !...Unutma! diye uyandım.
Unutmamak için, Atamın bize bıraktığı bu muazzam mirası Anadolu’dan taşan sevgiyi sahip olduğumuz değerleri hatırlamak, elime verildiğinde kalbimi titreten şiir gibi paylaşıp çoğaltmak için O GÜN IŞIĞININ BİZ OLDUĞUMUZU HATIRLATMAK için yazıyorum. ..
Şehime Gül Gözen
Nisan 2018