IŞIKTAN İPLİKLER "Hayata Dokunan Hikayeler 3"

IŞIKTAN İPLİKLER

“Hayata Dokunan Hikayeler “-3-

 

“Tüm hayatımızı, düşüncelerimizi kelimelerle ifade etme sanatına bilinçsizce hazırlanarak geçirdik” Vincent Van Gogh

Kendimizin zannettiğimiz düşüncelerle, konuşurken savaşırken buluruz kendimizi…. Kabuğumuza çarpan seslerin farkına vardıkça yaşadıklarımız, anlamlarımız, hayallerimiz değişir… Zihin denen kabuğun içinde insan, kalbindeki sesin şarkısıyla yeniden doğmayı bekler… Aşağıdaki hikayeler, içimizdeki gürültüden o şarkıyı duymayı unutmamızın hikayesi…  

Her ses, her duyduğum, gördüğüm  içimde bir yankı bulduğu için benimle… anlattığım her hikayenin içinde bir tutam benden var … ipliklerimiz karışmış birbirine…

Niyetim bu hikayelerin bir gün bir radyo programında can bulması ve başka hikayelerle birlikte ışıktan ipliklerle  dokunmasıdır. 

 

KABUK

Üç kadın ve bir adam kulaklarındaki duyma problemini ölçtürmek için geldikleri odyometrik testlerin yapıldığı odanın önündeki bekleme salonunda oturmuş doktorun gelmesini bekliyorlardı…

Bekleyenlerden birisi elli yaşlarında doktor bir hanımdı; Sürekli hayatında aynı hastalıkları birbirine benzer kazaları yaşamaktan bıkmıştı. Tansiyon, kaburga kırığı derken başına bir de duyma problemi çıkmıştı!... Ömrünün çok uzun bir bölümünü yalnız geçirmek zorunda kalmıştı.  Uzun yıllar doğu bölgelerinde doktorluk yapmıştı… Her şeyi kendi başına yapmaya alışmıştı. Hayatının her anında güçlü ve ayakta olmak, kimseye muhtaç olmamak onun için önemliydi…Kendine koyduğu katı kuralları vardı, her şey zamanında ve tam! olmalıydı. Kendisiyle içinden emir tonunda konuşurdu.   Şimdi hayatının ikinci baharını yaşıyordu ancak sanki yaşamak istediği özlemini duyduğu gençlikteki deliliklere, aşklara açık,  düşlediği ancak bir türlü başkasıyla paylaşmaya cesaret edemediği hayatı geçmişte kalmıştı. Hayalleri, istekleri ve kendini mecbur ettikleri, içinde çatışıyor bugüne ait sesleri duymakta zorluk çekiyordu.

İçinde unutulmuş bir teyp olduğunu düşünüyordu  bunu kimseye söylemese de o teybin “play” düğmesine basıldığın da sürekli olarak aynı cümleleri kuruyordu  “pause” düğmesine basılınca duruyordu. Durduğu zamanlarda hayatıyla ilgili kaygı üretiyor ürettikleri onu öfkelendiriyor ve teybin tekrar play düğmesine basıldığın da ağzından hep aynı öfkeye ait kelimeler çıkıyordu…Bunların farkındaydı ancak önce dışarısı kendini ayarlamalı haddini bilmeli kabuğunu zedelemeye kalkmamalıydı! Duymanın kendi iç sesleriyle bağlantılı olduğunu söylemişti bir arkadaşı haddini bilmeyerek… Onca yıllık doktordu ondan anatomi bilgisini sıfırlayıp bu saçmalıklara kulak asmasını bekliyorlardı…

Adam, elindeki cep telefonuna dalmış, sabırla sırasının gelmesini bekliyordu…Oldum olası beklemeyi beklerken de sağındaki solundaki ile muhabbet etmeyi sevmezdi

Telefonundaki fotoğraf galerisine girdi…  Kafka’nın Dönüşüm romanını resmeden bir ressamın yaptığı tablonun yanında çekilmiş fotoğrafına baktı. Tablodaki adamın ağzından hamam böceği çıkıyordu… O fotoğraf çekilirken içinde bulunduğu ilişkiyi düşündü… Hiç öyle bir ilişki yaşayabileceğini o zamana kadar düşünmemişti.. Yaşı 50 ye dayanmıştı, ne çocuklar gibi neşeyle ıslık çalarak bir daha yürüyebilmiş ne de o kadar çok kahkaha atabilmişti! O sergiye de bir sabah kahvaltısı sonrası el ele yolda yürürken tesadüfen rastlamışlardı. -Eski eşini düşünmüştü ister istemez  sevgilisiyle yürürken… Eşiyle  hiç el ele tutuşmayı akıllarına getirmemişler ya da öyle hissetmemişlerdi herhalde. Aile yapıları birbirine benziyordu ve gençken onlar için en makul olan hayatı düzenleyecek olan evliliği yapmayı seçmişlerdi. Eşine üniversite yıllarında aşıktı ya da öyle sanıyordu, zaman geçtikçe aslında uymadıklarını anlamıştı. O ne kadar mizaha ve sanata yakınsa eşi bu konuları o kadar ciddiyetsiz buluyor ve safsata olarak  yorumluyordu-

Aslında hayatının hiçbir kısmının ona uymadığını düşündü… Hukuk okumasının ailesi tarafından ona en uygun meslek olabileceği düşünülmüştü.

Zihni  lise yıllarında aşık olduğu resim öğretmenine atladı…Resmi de öğretmeni de çok sevmişti ama onun ailesinde sanatçı olana “adam” gözüyle bakılmazdı Heykel yapımını merak etmiş üstüne yüzlerce video izlemiş ama denemeye cesaret edememişti sanki denese toprak eline yapışacaktı! Tıpkı resim öğretmenini seneler sonra Ankara’daki hukuk fakültesinin bahçesinde  görüp de selam vermeye cesaret edememesi gibi… Sevmediği bir meslek sevmediği bir hayat!  yine de sergilere gitmeyi devam etmişti…Resimlerin arasında yeniden nefes alıyormuş gibi hissediyordu…

Elinde tuttuğu telefondaki görüntü onu şimdiki zamana geri getirdi. Resmin yanında bir kadın muzip muzip ona gülüyordu… Adam onun elini de uzun süre tutmaya cesaret edememişti…Artık telefonda konuşulanları da duyamaz olmuştu 50 yaş ağır işitmek için erken değil miydi?

Üçüncü kadının üstünde siyah bir tünik vardı, bazı yerlerinde boya kalıntıları ve delikler göze çarpıyordu. Kadın ressamdı, üstündeki akrilikten yapışıp kalmış boya lekeleri de umurunda değildi… Doktor sırasının gelmesini beklerken, gençlik yıllarında gördüğü bir rüyayı hatırladı… Bir çöldeydi rüyasında, çölün ortasında devasa çelikten bir kulak vardı ve bu kulağa tırmanan insancıklar bir ip merdivenden kulaktan sarkan küpe gibi aşağıya sarkıyorlardı. Görüntü Salvador Dali tablolarını anımsatıyordu… Geçen hafta tanıştığı bir kadına bu rüyadan bahsetmiş, kadın  iç sesinin ona bir şey söylemeye çalıştığından bahsetmişti…Gözü sehpanın üstünde ülkedeki son durumu anlatan gazetelere takıldı, içinden sunturlu bir küfür salladı, “bu ülke hiç gün yüzü görmeyecek!” diye düşündü gazeteyi eline almak için eğildi, minik bir el elini tutup gözlerinin içine baktı. 6 yaşlarında bir kız çocuğuydu elini tutan. Bekleyen kadınlardan sonuncusunun çocuğuydu. Annesi geldiğinden beri telefonda konuşuyor, arkadaşlarına nereye neden geldiklerini   uzun cümleler anlatıyor  arada kesik kesik kendi söylediklerine gülüyordu. “Annem konuşmayı ne kadarda çok seviyor!” diye düşündü kız, “Gülmek için bile vakti yok! Büyükler de konuşma üzerinden oyun oynuyorlar  susan ve sözü kaptıran kaybeder” … O susmayı seviyordu, sustukça daha çok görüyor daha çok işitiyordu hiç kimse olmasa, içinde onunla birlikte şarkı söyleyip dans eden birisi daha vardı…

Açık unutulmuş dergiyi kapatmak için uzandı ressam kadın, içinden; insanlar da hiç düzen izan kalmadığını geçirdi.  Git gide annesine benzediğini düşündü ardından da ,eskiden düzen onun için bu kadar önemli değildi, şimdi alınan ve yerine konulmayan her şey onu sinirlendiriyordu. Tıpkı geçen giden yılların da istediklerini gerçekleştirmemesi ve o yılları tekrar yerine koyamaması gibi. O sırada minik kız ressamın kolundaki boya lekelerini çok beğenmişti, o yüzden elini tutmak istedi… Ellerinde de aynı renkli lekelerden vardı… Belki onunla konuşabilirdi… dergideki açık sayfayı göstererek “Biliyor musun?” dedi  

Gösterdiği sayfada bir deniz kabuğu resmi vardı … “Deniz kabukları aslında okyanusun sesini bize taşımazmış çevredeki sesleri toplayıp bize getirirlermiş”… dergideki deniz kabuğu resmini kulağına götürdü “Ben inanmıyorum!” dedi “onu düşündüğüm de bile okyanusun sesini duyuyorum… bence büyüklerin akılları hep başkalarının sesleriyle dolu. İçlerini boşaltsalar kabuk onlara hayal ettiklerinin sesini de getirebilirdi!”…

Şehime Gül Gözen

Eylül 2017