Buradasınız
NEŞE’DEN SOLUCAN DELİKLERİ
Günlerdir içimde dönüp duran bir cümle bu…
Endişe ve kaygının yerçekimine daha da katkısı olduğunu düşünüyorum. Bizleri hareket ederken ağırlaştırdığını hatta hareket etmeden önce düşüncenin bir ağırlığı olduğunu bu yüzden adım atmaktan bile vazgeçtiğimizi…
Şu hayatta ait olmadığımız beton blokların içinde yaşayıp, “sahip olabilmek” adına alınan ev, araba kredilerini ödemek uğruna, bazen gülümsemeyi bile unuttuğumuz işlerde çalışıyoruz. Bazılarımız, kapalı, seperatörlerle biribirinden ayrılarak bütün gün bilgisayar ekranına baktığı ofislerde, florasan ışığı altında, oksijensiz kalarak, bazen hangi mevsimde yaşadığını unutup klimanın tek tipleştirdiği iklimin altında bir çiçek gibi solarak çalışmaya devam ediyoruz …
Bazen içimizdeki yaramaz kız ya da oğlan çocuğu elimizden tutup bizi kırlara çıkarmak, doğaya götürmek istiyor “Senin yerin burası!” diyor. “Hadi! Gez, eğlen yaşa” öbür taraftan içimizdeki sorumluluk sahibi ebeveyn ”Olmaz! “ diyor “ Sorumlulukların var. Düzen böyle hayat böyle kurulmuş devran böyle döner. Bu işin yaşlılığı var, güvencesi var!…“
Üstümüze binen yükler bizleri ait olduğumuz doğadan, diğer insanlardan, bazen eşimizden, dostumuzdan, ailemizden, çocuğumuzdan, en çok da kendimizden uzaklaştırıyor.
Hayata ve kendimize ve her şeye YABANCILAŞIYORUZ…
Neşelenmek için en çok neye ihtiyacımız var ? Bazen güzel bir müzik açıp dans etmeye, bazen kendi kendimize kalıp yürümeye, bazen bir romanın her satırında yeni bir karakterle tanışmaya, ayakkabılarımızı çıkarıp toprağa basmaya ve bir ağacın gölgesinde uzanıp gökyüzüne baktığında o bulutların ve göğün senin için orada olduğunu bilmeye, elinin üstüne bir uğur böceği konduğunda iyi dileklerinin gerçek olacağını düşünüp sevinmeye, denizi ,havayı, ormanı içine çekip “Oh be!” demeye, bazen bir arkadaş sohbetine eşlik eden kahkahaya, bazen aynada kendini gördüğünde gülümsemeye…aslında bu kadar basit işte !
İşte o zaman, kaygıları bırakıp endişeden uzaklaşıp “Neşeden solucan delikleri “ yaratıyoruz. Bizi kendi içimizde hapsolduğumuz yalnızlık duygusundan çıkarıp alarak, başka bir diyara götürüyor. “Sen’in ben” olduğu bir yere… Tanrısallık dediğimiz ; bir olma duygusu, kozmik ağlarla bir’lik içinde olduğumuz yer ise, işte tam da oraya!
Neşe, bizi insanlıktan alıp tanrısallığın olduğu yere taşıyor.
Sorumluluklarımızı görmezden gelmek yerine kendimizin, hayatın, yaşadığımız düzenin farkında olmak aynı zamanda neşenin içimizden akıp gitmesine ve başkalarına bulaşmasına izin vermek, hayatımızı hafifletiyor. Hafifledikçe kendimize ve sevdiğimiz istediğimiz şeylere yüzümüzü dönmek daha kolay hale geliyor. Neşeyi paylaştıkça bir’lik duygusu artıyor.
Neşenin, ciddi suratlı yüzü asık adamlar ülkesinde de işe yarayacağını düşünüyorum. Ağaçları kesip yaşanılan şehirleri beton yığınına çevirenleri , kadınları hor görenleri, sanata, hayallere , yaratıcılığa ve düşüncelere pranga takanları, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, her koyun kendi bacağından asılır diyenleri de kendi yoluyla dize getireceğini…
İstediklerimizi yapmamıza ve hayal etmemize engel olan tüm ağırlaştırıcı düşüncelerin üstünden neşeden kaydıraklar kurarak uzaklaşmak, kendimize daha çok yaklaşmak için, “Neşe” hafifletici sebeptir yaşamak için.
Şehime Gül Gözen