Buradasınız
Kumsaldaki Market Sepeti
ve
Lizbon’a Gece Treni
Yeşim Cimcoz Yazıevi’nin sayfasını takip ederim. Yazmayı kolaylaştıran 6 dakikada yaratıcı yazarlık tekniklerinde bazen bir görsel bazen bir kelime paylaşır serbest çağrışımla yazalım diye. Sayfasına baktığım da aşağıdaki görseli gördüm ve çok etkilendim. Tüm sistemin zorlamalarından firar etmiş kapitalizme karşı bir başkaldırı anıtı gibi öylece kumsalda kalakalmış duruyordu…
Hayat dediğimiz şeyi içine dolduruyorduk. Biraz cornflakes biraz light süt- yağ ne de olsa şu dönemde kabul görmüyordu- bir bitter çikolata, tam buğday makarna, çevreyi koruyan deterjan! o andaki trendler doğrultusunda yiyor, yıkanıyor, yaşıyor, mutlu-y-muş gibi hissetmemiz için -zira tek başımıza mutlu hissetmemizin imkanı yoktu-biz de eksik olanları satın alarak hazırlanmış, paketlenmiş AMBALAJLANMIŞ olarak yaşam diye bize satılan bir market sepetinin içinde yuvarlanıp gidiyorduk… O market sepeti yaşadığımız hayata ne çok benziyordu!
Resmi gördüğüm de yine bir eşzamanlılık yaşadım. Pascal Mercier’in “Lizbon’a Gece Treni” adlı kitabını okuyordum…
Kitap, İsviçreli bir klasik diller profesörünün tekdüze ve sıkıcı hayatının değişimini konu ediyordu. Portekizli çekici bir kadını intihar etmekten kurtarmasıyla birlikte hayatı tersine dönüyordu Sebepsizce kadının bindiği trene atlayan Profesör Gregory kendini Lizbon'da buluyor, burada arka arkaya kendini içinde bulacağı olaylar dizisi eski bir fizikçi ve şair olan Portekizli bir yazarın kaleme almış olduğu son derece ilginç bir kitabı edinmesiyle başlıyordu. Profesör, yazarın heyecan verici hayatından etkilenerek yazara sonrasında ne olduğunu öğrenmek için araştırma yaparken hayatın gerçek anlamını sorguluyordu
Kitapla resmin yolu da benim hayatımda kesişmişti…
Bazen kendi düşünce biçimimizin ve kalıplarımızın yarattığı hayatlarımızın ambalajlarından firar etmek istiyor ancak çoğu zaman o koruyucu kabuğun içinde durmayı daha güvenli buluyorduk…
Kitaptaki Profesör yaşamı bir dilin tınısına kapılıp gittiği başka bir dilde başka hayatlar da ve bir yazarın satırları arasında sorguluyordu. Ona dayatılan kendini devam ettirmek mecburiyetinde hissettiği yaşamın dışına çıkmıştı . Yazarın satırlarının peşine takılmıştı. Yazar ; Yaşadığımız korkuların en büyüğünün yalnızlık korkusu olduğunu kendimiz sevip, isteyerek onay vermesek de yalnız kalmamak için sistemin içinde kaldığımızı, sürülere, komitelere,kulüplere üye olarak, insanlarla ve eşyalarla aramızda bağımlılıklar yaratarak yalnızlığımızdan kaçtığımızı söylüyordu. Kum taneleri gibi hayatımız boyunca, olması gerekenlerin, yapılması gerekenlerin kendimiz hakkında kendi düşüncelerimizin yarattığı kalıpların peşi sır,a yalnız kalmamak sürüden kopmamak adına yuvarlanıyorduk.
Profesör Gregoy’nin kendini bir akşam İsviçre’den Lizbon’a giden treninin içinde bulması, market sepetinin kumsala vurması gibi bazen sürülerin ve kalıpların dışına çıkmayı göze alıyor ya da kendimizi o durumda buluyorduk. Çoğu zaman yaşadığımız an’ların hayatımızda yarattığı bu sonsuz olasılıklar kapılarının farkına sonradan varıyorduk.
Yaşadığımız hayat yaşayacaklarımızın habercisi değildi. Yüzümüzü dönmeye cesaret ettiğimiz rüzgarlar zamanı geldiğinde bizi önüne katıp ummadığımız yerlere götürüyordu. Yeter ki yaşamak için cesaret gösterebilelim kalıbın dışına çıkmayı gözealabilelim
Zaman bir market sepetinin parmaklıkları arasından akıp giderken hayatımda şimdiye kadar görmezden geldiğim sonsuz olasılıklar dünyasına ve elimdeki kitabın Başkahramanı Profesör Gregory e ve peşini kovaladığı sihirli kelimelere göz kırparak gülümsedim. ..:)
Şehime Gül Gözen
Mayıs /2017