Babamın Dolma Kalemleri

BABAMIN DOLMA KALEMLERİ

Küçükken  işyerine misafiri olarak çağırırdı beni babam.

Bu özel davette, dükkanının –ki dükkan diyen benim. Sakın yanlış anlaşılmasın ! Babam  için un ve çimento ticareti yaptığı bu yerin ismi yazıhaneydi- karşısında bulunan çamların altındaki kahvede karşılıklı sohbet edip çay içirerek beni ağırlardı.

Boyum  kahvedeki masanın boyuna ulaşsın diye, oturduğum yere renkli şilteler konurdu.

Benim ne içeceğim o masaya oturmadan belliydi; mis kokulu adaçayı!..

Adaçayı dalının içine battığı sıcak suyun rengini, bir anda dalga dalga sarıya ve sonra da  yeşilimsi bir renge dönüştürmesi beni hem büyüler hem de -babamla karşılıklı ettiğimiz o sohbetlerle  büyü-türdü…  

 Babam büyük bir insanmışım gibi benimle sohbet ederken iki şekerli çayını yudumlar,  o hafta neler yaptığımı sorardı … Ben de ona bir sürü soruyla -merak ettiğim herşeyi listeler; bisikletten, sabun yapımına - cevap verirdim. O da bildiklerini hikaye ederek anlatırdı… Çaylarımız bitince kahveden yazıhanesine geçerdik.

Yazıhanesi dikdörtgen prizma şeklinde bir kutuya benzerdi.  Bu kutucuğun çamlı kahveye bakan yüzünde, masasının başında otururdu babam. Kahveyl, yazıhanesinin arasındaki arnavut kaldırımı şeklinde döşenmiş yoldan gelip geçenleri izlerdi.  Dükkanın içi un kokar, camlı bölmenin arkasında büyük bir kantar dururdu çuvalları tartmak için…Arada beni de tartardı o kantarda. Kantardaki bir silindire benzeyen  ağırlığı belirleyen demirden ölçücü ile bir süre  oynamayı sevsem, çuvallardan dökülen un izlerinden masallar icat etsem de beni en çok etkileyen  masasının ince uzun ilk çekmecesini açtığında kutularına ve şekillerine bayıldığım dolma kalemleriydi. 

Çekmecesini  sol köşesine  itinayla  sıralanmış bu kutularda  mücevher gibi parlayan yeşil, siyah gümüşi altın uçlu kalemleri hatırımda.. Bu kalemlerin yanında  siyah ve kırmızı mürekkeple dolu değişik şişeler dururdu. Tıpkı adaçayı gibi kalemlerin içine babamın mürekkepleri dolduruşunu ve o mürekkebin izini takip ederek sanki bir şarkının nakaratını tekrarlar gibi yazışını hatırlıyorum…

Neden un ticareti yapan bir insan kutu kutu dolmakalem alır ki?.. İşte bu soruyu sormam bundan çok sonraya denk geliyor .

Şimdi bu yaşımda, buradan baktığımda, beni şaşırtan bu kutular, babamdan bana yadigar!..

O öldükten seneler sonra annem sakladığı kalemlerini çıkarıp bana verince yazılarınn da olabileceğini düşünmüştüm. Yazıhanesinden eve getirilip kutularda  sakladığı defterlerini karıştırdım . Şirkete ait muhasebe defterleri haricinde bir şey bulamadım.  Defterlerinin hepsi dolma kalemle yazılmıştı!..

Bir de  o defterlerin içinde bir mektup bulmuştum; o güzelim el yazısıyla  yazılmış ve yarım bırakılmış; ”Canım Kızım” la başlayan…

O kadar hızlı ve birbirimizi fark etmeden yaşıyoruz ki; durmak istediğim bir zamanda  çekmeceyi açtığımda bana gülümseyen onun dolmakalemleri yazdırdı bu yazıyı bana.

 Onun kalemlerinden birini alıp yavaş yavaş, ağır ağır adaçayının suda dağılıp rengini vermesi gibi mürekkebin büyüsüne kapılıp yazmaya başladım.

Babamın da o kalemlerle nice hikayeler yazmak istediğini hissettim kalemi elimdeyken. Belki de yaşam gailesinden o izni hiç verememişti kendisine.

“Üzülme!” dedim içimden… “Şimdi kalemin ucundaki  mürekkep zamansız yazıyor ikimizin yerine…”

 

Şehime Gül Gözen

Mart 2022