SARIKIZ Ve Dağın Görünmeyen Yüzü

Sarıkız ve Dağın Görünmeyen Yüzü
Birkaç gün doğada tek başıma kalıp kendimi dinlemek istedim. Hayat bir koşturmaca içinde geçiyor ve geçerken insan kendisinden bile uzağa düşüyor…Merkezlenmek kendimi dinlemek bundan sonra yoluma nasıl devam etmek istediğimi bulmak için kalbimdeki çağrıyı dinledim ve on altı yıl önce rüyama girip beni çağıran Sarıkız’a gittim. ,
Kaz Dağları’na namı diğer İda’ya doğru giderken bir yandan aradan geçen zamanı ve bu süreçte yaşadıklarımı düşünüyordum…Araya farklı öncelik listeleri, annemin hastalığı, bazen parasızlık aslında çoğu zaman tek başıma belki de o yola gitmenin cesaretsizliği girmişti. Yıllar sonra tüm bahanelere boş verip bu çağrının peşinden yola koyuldum.
Gitmeden önce heyecandan uyuyamadım. Akçay’a kadar otobüsle gidecektim oradan taksiyle kalacağım kampa geçecektim kamp ormanın içindeydi ve dışarısıyla bağlantısı yoktu. Ne yalan söyleyeyim bu beni tedirgin ediyordu. İlk kez tek başıma bir ormana kampına gidiyordum.
Kafamdaki tüm sesler ben kampa vardığımda sustu. Orman kucak açtı. Kaz Dağları’ndan gelen Zeytinli deresi kampın içinden geçiyordu. Derenin dingin suyunda yüzmek ve sonbaharın tüm renklerini üstünde taşıyan ağaçlar zihnimin tüm kurmacalarını temizledi. ..
Kampa vardığımın ertesi günü alan kılavuzu Kadir ile 1720 m yükseklikte bulunana Sarıkız’ın ve bahsi geçen kaz avlusunun bulunduğu bölgeye çıkmak için yola koyulduk. Yolda Kadir rehber, antropolog Atilla Erdem’in Kibele ile Sarıkız efsanesinin köklerinin bir olduğunu anlatan bir konuşmasından bahsetti. Her ikisi de iffetsizlikle suçlanmış her ikisi de dağlarda yalnız bırakılmıştı bu konuyu merak edip biraz araştırdığım da Sarıkız’ın efsanesi ile Ana Tanrıça Kibele’nin efsanelerinin ne kadar benzeştiğini fark ettim.
National Geographic dergisinde Özkan Akdoğan bu konuyla ilgili bir makale kalem almıştı.
Anaerkil sistemden ataerkil sisteme geçerken dinsel inanç ve söylencelerde yapılan değişiklikten bize ve tarihçesinden bahsediyordu
(https://www.ntv.com.tr/turkiye/ana-tanricalar,Lh4ay08nbkisDdlsgk3lbw)

Şöyle diyordu;
“Diadoros un aktardığı söylenceye göre;Dağda yaban hayvanlarıyla birlikte bir yaşam süren Kybele, hayvan yavrularına ve çocuklara karşı şefkatli olduğu için “büyük ana” ve “dağların anası” gibi isimlerle anılır. Kybele gün gelir, görenlerin güzelliğine ve aklına hayran olduğu bir genç kız olur çıkar. Bir zamanlar kızını dağda ölüme terk etmiş olan baba Maion, onun hakkında işittiği olumlu haberlerin ardından tekrar sarayına aldırmak ister. Ancak Kybele, Attis isimli bir Frigyalı’ya aşık olmuş, onunla ilişkiye girmiş ve hamile kalmıştır. Bu durum kralın kulağına gidince, baba kızının bekâretini yitirmiş olmasına kızarak Attis’i öldürtür. Kederden perişan olan Kybele, çaresizce dağ bayır dolaşmaya başlar. Vebanın ve kıtlığın pençesindeki ülkede Kybele gün gelir, tanrıça olarak kabul edilir. “ana tanrıça”inancı Anadolu’da tarih boyunca büyük ölçüde “iffetli olmayı” yüceltmenin (ya da o iffete adanmışlığın) bir sembolü olarak bugüne kadar gelmiştir”
Sarıkız efsanesi de bu söylenceyle benzeşiyordu…
Sarıkız efsanesinde de baba kızını komşusuna emanet edip hacca gider Bunu fırsat bilen köyün delikanlıları Sarıkız’a talip olurlar ama Sarıkız’ın gönlü hiçbirinde değildir. Bunun üzerine kıza iftira atarlar. Derken babası hacdan gelir, Kızına kendisi kıyamayan baba, yanında bir kaç tane kazı da alarak Kaz Dağları’nın zirvesine kızını bırakır…Aradan yıllar geçer. Baba kızı hakkında yaptığı kaz avlusuyla ilgili söylenceler duyar yanına gidip bakar ve kızından su ister kız suyu tuzlu verir babası neden tuzlu olduğunu sorunca telaş edip denizden verdiğini söyler babası böylece onun erenlere karıştığını anlar ancak siyah bir bulut gelir ve her ikisinin de sonra dağda ölüsünü bulurlar (vikipedi)
Kybele’den sonra Sarıkız efsanesine dini motiflerde eklenmişti. Her ikisi de iffetsizlikle suçlanıyor sonra da dağa taşa karışarak kutsallaştırılıyordu.
İffet dediğimiz şey toplumun bize yüklediği kalıplar ve kadının üstünde kurulan yazılı olmasa da sözlü tahakküm değil miydi? Anaerkil den Ataerkil e geçmenin yolunu demek kadının üstünde kurulan iffetle ilgili tahakküm belirlemişti ve bu çok uzun yüzyıllar boyunca böyle devam etmişti. 

Bu söylenceyi duyduğum da on altı yıl boyunca dağa gelememe sebeplerini tekrar düşündüm …
Sarıkız’ın türbesinin bulunduğu tepeye doğru çıkarken dağdaki susuzluğu da fark ediyoruz. Yaz döneminde çok yağmur yağmamış ancak karşımıza çıkan su boruları ile dağdaki suyun hem yazlık evlerin artması sebebiyle Edremit Körfezi’ne hem de dağın arka yüzündeki altın madeni havzasına su aktarılacağı söylentisini duyuyoruz. Orman neşesizdi ve içinde ilerledikçe hisettiğim şey” keder” di .Bunda kesilen yüzbinlerce ağacın ve dağdaki yaşamı yok eden altın madenlerinin etkisi olduğunu da düşünüyorum.
Zirveye ulaştığımızda açıklık geniş bir alandan tüm körfez Kaz Dağları’nın etekleri ve karşıda Midilli adası ayaklar altında gözüküyor. Kadir rehber Zeus’un savaşları da bu alandan izlediğini söyleyerek her sene 15-25 Ağustos tarihleri arasında Türkmenler’in Sarıkız’ı anmak için düzenlediği şenliklerden bahsediyor “Kurbanlar kesilirdi Türkmen köylerinden gelirler çadır kurarlardı. Ta ki bu seneye kadar pandemi nedeniyle bu sene şenlikler iptal edildi” diyor
Efsanelerde anlatıldığı gibi ben Sarıkız’ın o dağların ruhu, ana tanrıça arketipinin başka bir veçhesi olduğuna inanıyorum ve herhangi bir dine ya da mezhebe mensup olmadığına. Gündönümünde oraya gittiğim için önce altar kurup sonra bir mandala ile gündönümünü kutlamak ve dileklerimi topraklamak için bir kapı açmak istedim ;
Hepimizin bir olduğunun farkına vardığımız bir dünyaya dönüşmeyi diledim ve pandeminin geçmesini nehirlerin sularının akmasını, balıkların yüzmesini ağaçların mutlu olmasını. Altın için değil ağaçlarla birlikte bu hayatı paylaşmak için yaşamayı…
Sarıkız’dan kampa geri dönerken de bu dağları olanca güzelliğiyle korumak için neler yapılabilir diye araştırmaya ve yazmaya niyet ettim..
O akşam kulağımda dağın sesini duydum “Bu dağı ben-im diye yaz! Dağın sen olduğunu bilip de yaz.!“ Bu sözler beni çok etkiledi dönüş yolu boyunca da bu yola ancak kendim olmayı seçtiğim de yapmam gerekenlere değil içimden gelen sesi dinlediğim de çıkabildiğimi düşündüm.
Yola çıkmasaydım eğer dağın sesini hiç duyamayacak, ağlayan şelalenin sularına vuran güneşle oluşan gökkuşağının renklerini hiç göremeyecek,şelaleyi bekleyen, düşen zeytinleri öpüp başına koyup onlara çocukları gibi bakan Meryem Abla yı da hiç tanıyamayacaktım. Dağın kovuğunda bir suyu bekleyen iki çınarla hiç tanışamayacak bu güzelliklerin yanı sıra av yasağı olmasına rağmen ormandan gelen silah seslerini duymayacak sinek kuşlarını avladıklarını bilmeyecek, orman yoluna dökülen çöpleri göremeyecek ormandaki susuzluğun da farkına varamayacaktım.
Kampta kalırken hayatımda gördüğüm en büyük örümceği ve bana verdiği bilgeliği anımsadım. Onu gördüğüm de ürküp kaldığım bungalov dan çıkarmaya çalışmış ancak sonra yuvasının kaldığım yerde olduğunu görüp çıkartmaya çalıştığım içim üzülmüştüm sonuçta ben onun evine misafirdim. Rüyama girip “kendi gerçeğinden, kendin olmaktan korkma!” demişti.
Dağın da dediği gibi ben ancak o olduğumun ayrımına vardığım da ona ait sözü söyleyebilirdim.
In lak’ech A la'ken
(Ben bir diğer senim sen bir diğer ben. )
Şehime Gül Gözen
Eylül 2020