ÇOCUKLUĞUMUN GİZLİ BAHÇESİNDE

 

ÇOCUKLUĞUMUN GİZLİ BAHÇESİNDE…

Bir arkadaşım içimizde biriken, saklanan duyguların dışarı çıkıp onlarla yüzleşmemizi sağlayan bir nefes tekniğinden bahsetti. Kendisi bu eğitimi alıyordu ve benim üstümde denemek istedi ben de kabul ettim… Kısa ve kesik nefesler alarak içimizdeki duygu ve durumlara doğru yol alıyorduk bulduğumuz da ise  o duyguyu  bağırarak ağlayarak ya da gülerek dışarıya çıkmaya başlıyorduk… Duyguyu bulunca içimizden atmak için yastıklarla dövelim bölümü beni güldürdü bir şeyi dönüştürmek yerine suçlayacak yeni durum ve olaylar yarattığımıza dair bir hisse kapıldım… Arkadaşım kendimden bir şeyleri saklıyor olabileceğimi söyledi…Kendimden bir şey mi saklıyordum bilincim altta kalanı kapatmak için dayatıyor muydu? Kabul etmediğim ne vardı?

Her zaman cevabı bulmak için gittiğim yere gitmeye  kendime geri dönmeye karar verdim. İçimdeki ikiliği tekliğe indirmenin benim için yolu şamanik içsel bir yolculuk yapmak… Dolunay akşamında ay annenin ışığı odama vururken onun gösterdiği yoldan ilerleyerek beni nereye çıkaracağını henüz bilmediğim bir yolculuğa çıkmaya niyet ettim. Adaçayımı yaktım odamın enerji alanını temizledim,  çıngırağımı çaldım kendi kutsal mekanımda bir mum yaktım, kulaklığımı kulağıma taktım ve davulun sesiyle birlikte yola çıktım…

Yolculukta tünel sizi buradaki gerçeklikten alıp öte dünyadakine taşır benim tünelim bu yolculukta sol ve sağ olmak üzere ikiye  ayrıldı. Sol taraftakinden içgüdüden, sezgiden kadim olandan gitmeyi seçtim. Bu seçimi yaparken gözlerim kapalıydı düşünmeden sadece içimden öyle geldiği için seçtim…

Yol boyu yuvarlandım yuvarlandım ve kendimi gecenin karanlığına gömülmüş şehrin arnavut kaldırımı arka sokaklarından birinde buldum. Ama ne buluş! Kaymamla sokağın teneke çöp kutusunun içine düşmem bir oldu. Jelatin kaplar, vıcık vıcık yiyecek ambalaj kağıtları... Bunlar ne? diye bakındım benim ardına saklandığım değersizlik duyguları mı?

Çöpün yanından “Pisst!” diye bir ses duydum. Etrafı kolaçan ettim kimse yok tekrar etti “Pisst!” boyu çöp kutusunun yarısına kadar geliyor üstünde pileli eteği, kadife yeleği kıvırcık saçları iki yaşlarında “gel benimle!” diyor. Gelen kendi çocukluğum…

Elini uzatıyor elinden tutuyorum…Sokak ışığının vurduğu ıslak sokaklardan yürüyoruz sanki bilinçaltımın  sokaklarında ilerliyorum.  Çocukken oturduğumuz mavi panjurlu ev, içerisi kalabalık. Babamı görüyorum içeride, yaşlar boşanıyor gözlerimden ne çok özlemişim! Hardal rengi gömleği üstünde siyah desenleri var yanaklarına uzanan uzun favorileri… Mis gibi naneli traş losyonu kokuyor iki yaşımı kucağına alıp yanağına kocaman bir öpücük konduruyor. Annem çok şık siyah bir elbise giymiş. Saçları yapılı önünde önlük köfte kızartıyor. Evin her odasında özlediklerim var; eniştem, Bülent abim, amcam hepsi sanki sararmış bir fotoğraf albümünün sayfaları arasından fırlayıp canlanmışlar(Çünkü artık bulunduğum dünyada yaşamıyorlar)…Evin içinde çok tatlı bir telaş var.  Benim ikincidoğum günüm ailenin ve dostların bir araya gelmesine sebep oluyor. İki yaşım beni elimden çekeleyip, “seni görmüyorlar ama telaştalar hadi gel gidelim!” diyor. Ben de kendimi mi görmüyorum diye geçiyor içimden o elimden çekelerken…

Kendimden neyi saklıyorum? Henüz bir şey anlamadım…  Evin kapısından çıkıyoruz hava aydınlanıyor karşı komşumuz Refuş teyzenin evine doğru ilerliyoruz…Bahçesinde kuşların dallarına konduğu kocaman bir çınar ağacı var, arkamda çekelediğim oyuncak arabam üstünde o yürüdükçe hareket eden kuşlar var…Bahçeyi örten tahta kapılarının demirden kulbunu çalıyorum. Atiye abla açıyor Refuş teyzenin büyük kızı…  Bahçedeki taş evde oturuyorlar... Mis gibi kızartma kokuyor belli ki evin altındaki mutfakta kızartma yapıyor  Atiye abla. Onun çay bardaklarını yıkayışını bir ritüel gibi izlemeyi seviyorum. Önce kenarlarını  gıcırdatarak ovalıyor sonra üstüne biraz su atarak sanki bardakları kutsarmış gibi durulayarak  kim bilir kendi içindeki neyi paklıyor!...Beni de salonun ortasına koydukları leğende oyunla yıkadıklarını hatırlıyorum gülümsüyorumJ İki  yaşım elimden çekeliyor yan tarafta Havva teyze’nin evi var odun almışlar biraz daha büyüyorum şimdi 6 yaşındayım hemşire Aysel teyzenin ocağın üstünde dikdörtgen metal bir kutuda kaynatıp boğazım şiştiğinde popoma yapılan iğnenin acısı yeni geçmiş. Mahallenin tüm çocukları toplanmışız Havva teyzenin bahçesinin dışına bırakılmış odunları eve taşıyoruz, üstüm kir pas içinde terlemişim rüzgar vuruyor eğer tekrar boğazlarım şişerse annem kesin terlikle dövecek eve dönmeliyim diye düşünüyorumJ… Odunları taşıyoruz Havva teyze eşi Yakup amcanın aldığı bir kutu Baycan sakızından ikram ediyor bize ne mutluyuz onlara yardımcı olmaktan! İşe yaramış hissediyoruz… Havva teyzelerin karşısında Tayfunlar oturuyor evlerinin üstünde inşaat var bir gün oynamak için inşaata çıkıyor ve düşüp ölüyor… Haberi duyduğumda  ciğerime saplanan acıyı hala hissediyorum aynı soğuklukta ve acıda … Eve geri dönüyoruz hala kendimden sakladıklarımı  bulamadım ama ne özlemişim çocukluğumu!… Naciye teyze sokağın denize çıkan köşesinde oturuyor bu sefer ona gidiyoruz bana oğlunun getirdiği patenlerle bahçede kaymayı öğretiyor. Eşi Macit amcanın kendi yaptığı kayığı var evin bahçesinden baktığında limanda bağlı olduğu yeri görüyorum, uzaktan güneşlik perdeden bozma yelkenlerini görünce kayığın orada durduğunu anlıyorum,  kayığın içini hep merak ediyorum…Arada gittiğim yukarı mahallelerde ki Ciciannemin evine gidiyoruz paten kaydıktan sonra (Ciciann;e annem çalışırken beni bakmaları için braktığı hanımın adı gerçek ismini hala bilmiyorum)...  Kireç beyazı tertemiz bir sahanlık, lacivert pervazları olanbie pencere ve o pencerenin önünde bana diktikleri minder var, ben o cumba gibi minik yerde oturup geleni geçeni seyrediyorum, en çok Nursen ablamı özlüyorum ve onu bekliyorum pencerede. Nursen Abla ciciannemin kızı ve sanırım o dönemde lisede okuyor,  arada üstü sarı kırmızı çizgili bir tüpten krem sürüyor hem kendi yüzüne hem benim yüzüme…İlk okumayı söktüğümde okuyacağım yazı o "Havilland" yazıyor tüpün üstünde, o kremin kokusu Nursen ablamın sevgisine karışıyor ne zaman kokusunu duysam annem yanımda olsa bile o ailenin katıksız sevgisini hatırlıyorum, yine gözlerim doluyor…

Hala sakladığım duygumu ve yerini bulamadım…. Bilinçaltımın sokaklarında yürümeye ve büyümeye devam ediyorum…Sokakta okuldan çıkmışız çocukluk arkadaşlarımla yakar top oynuyoruz…Kan ter içindeyim su içmek için  eve giriyorum holden girişte biri ki merdiven yukarıda orta salon arkasında mutfak var mutfağın penceresi arka bahçeye açılıyor. Su içmek için mutfağa ilerliyorum  işte orada duruyor canım Turunç ağacım. Mis gibi kokuyor çiçekleri gözlerim yaşlı iki yaşıma dönüp, harika bir geziydi diyorum o bana kocaman gözlerini açıp bakıyor ve “Anladın mı?” diyor “Neyi sakladığını?” “Her yere baktık bulamadın” diyor 2 yaşım “ve hala görmedin ya da şöyle diyelim” diyor “kabul etmedin.” Birden ışıklar patlıyor kafamda …

Anladığımı anlıyor ve gülümsüyor… Arayıp bulmaya çalıştığım üstüne değersizlik yüklemeye çalıştığım duygular Aslında “EŞSİZ ve BİRİCİK” diye dökülüyor ağzımdan ne yaşadığımın değil onlara ne yükleyip nasıl devam ettiğimin önemli olduğunu kavrıyorum . Yaşadıklarımın eşsiz olduğunu neler yaşadığımı bana neler kattığını kendimden sakladığımın kendi DEĞERİM, YAPABİLİRLİĞİM, MUHTEŞEMLİĞİM  ve buna duyduğum İNANÇ olduğunu anlıyorum... Ne yaşamış olursam olayım kendi değerimi kabul ettiğim de her şeyi dönüştürebileceğimi...

İçimdeki gül, bir kat daha açıyor, şimdi kendini olduğun halinle kabul etmek başkalarının sana biçtikleri değere ya da söylenenlere inanmak yerine kendi değerine inanmak ne demek daha iyi anlıyorum.

Çocukluğum, kendimi kendimden sakladığım kutsal topraklarım…

Şehime Gül Gözen

4 Mart 2018